Bir gün yolda giderken, otobüse binerken, asansörden inerken
veya ayakkabınızı bağlarken hayatınızın aşkını bulacağınıza inanırsınız. Bu
inanç, ‘’neden bu zamana kadar olmadı?’’ sorusunun bir türevidir. Etkileşimler,
diyaloglar ve bağlantılar, bu üç olgu daima hayatımızın en önemli parçalarını
oluşturmaktadır. Bir bara gittiğinizde
yada bir cafede oturduğunuzda karşınıza çıkan insanla oluşabilecek bu üç olgu sizi değişik duygulara, yani ileride bu duyguları tanımlayacağınız ‘’aşk’’
a götürür. Ve öte yandan bu üç olgudan
uzak hayaller peşinde koşan ve gerçekliği bir tarafa bırakıp ‘’filmlerdeki aşkı
arayan’’ insan tiplemesi ise daima o müthiş karlılaşma anından da, o üç olgudan
da uzak kalarak yalnızlaşır.
Yalnızlık, günümüz toplumunda –geçmişe nazaran-
fazlalaşarak, ciddi sorunlar doğurmaktadır. İçe kapanma, sessizleşme,
sosyalleşmeden uzak sosyal ağlara yakın, kendini ifade edememe gibi duyguların
ağır bastığı dönemler ve hatta ömürler oluşturmaktadır. Bu duyguları aşmak
‘’olgunluk’’ diye nitelendirilen duygularını ve davranışlarını bilme ve kontrol
etme güdüsü var olduğu sürece kolay olacaktır. Fakat olgunluğun olmadığı yerde
bu duygulardan kaçmanın çeşitli çıkış noktaları vardır; uyuşturucu maddelerin
hepsi, maskeyle dolaşan suratlar ve ifadeler, bir şeyler arayarak o yönde
asimile olma çabaları vs… Bütün bu karamsar görünüşün geçici veya kalıcı bir
ilacıdır, aşk. İster kabul edin ister
kabul etmeyin, eğer birisi hayatınıza yıldırım hızında girdiyse ve siz hala ne
olduğunun farkında bile değilseniz, aşık oldunuz demektir. Peki nasıl
anlarsınız aşık olduğunuzu? İlla ki bir şeylerin farkında olmamak mı gerekiyor?
–Hayır. Aslında aşk tanımlanamaz, herkes
aşkı farklı yaşar. Her gün sabah saat 8’de uyanıp akşam 9’da eve dönen bir
adamın aşkı farklıdır bir maceraperestin aşkı farklıdır. Benim gördüklerimden
ve analiz ettiklerimden bir tanım yapmam gerekirse aşk; öncelikle bir anlık çok
hoşunuza giden bir karşılaşma anı, sonrasında o karşılaşma anını defalarca
düşünme evresi, sonrasında gelişen biraz önce bahsettiğim o üç olgu(etkileşim,
diyalog ve bağlantı) ve sonuç olarak herkesinde söylediği gibi ‘’çıkma
evresi’’ni kapsayan duygular bütünüdür. Bütün bu saydığım dönemlerin kimisi bir
sene kimisi bir saat sürer. Bu süreçlerin uzunluğu ve kısalığı tamamen
çiftlerin karakterlerine dayanmaktadır. Ama esas önemli olan hayattaki bütün
mücadelelerde önemli olduğu gibi ‘’Amaç’’ tır. Eğer bir insanın amacı
‘’evlenmek’’ ise rastgele bir kızla evlenerek onunla mutlu olduğunu düşünür
fakat aslında sadece amacını gerçekleştirmenin verdiği mutluluğu yaşamaktadır.
Veya kendine ‘’farklı olmayı’’ amaç edinen bir insan farklı bir insanla
tanıştığında çok mutlu olur. Böyle birçok örnek sıralanabilir. Fakat sonuç
olarak hepsinde yaşanan mutluluk: amaç-sonuç mutluluğudur. Günümüzdeki
ayrılıkların çoğunun altında yatan nedenlerin tamamı bu amaç-sonuç ilişkisinden
sonra doğan bir sıkılma ve bıkma hislerinden oluşmaktadır. Toplum yalnız
kalmayı dışladığı için kendine sevgili bulmayı amaç edinen insan illa ki bir
sevgili bulmaktadır. Ve daha sonra toplum onu evlenmeye ittiği için kendine
evlenmeyi amaç edinen insan evlenmektedir. En sonunda, toplum evlilikten
sonrasını göremediği için insan amaçsız kalmaktadır ve sıkılmaktadır. Çoğu
insan bu durumda çaresiz kalır, aldatır veya boşanır. Bütün bu amaçları doğuran
toplumun dışında ikili ilişkisinde amaçsızca yaşayan ise, ömür boyu mutlu olur.
Elbette ki sevgili olmak, evlenmek ve çocuk sahibi olmak kaçınılmazdır. Bunlar
bizim hayatlarımızın olmazsa olmazıdır. Fakat benden tavsiye, amacına uygun
olanla değil, sana uygun olanla mutlu ol. Saygılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder