Bu kalabalık gürültünün içinde merdiven çıkmak,
Kulağımıza takılan her bir ses,
Saçma sapan konular,
Hiç umursamadığımız mevzular....
Yinede her güne başlarken herkese güleryüz sergilemek,
En yapmacık halleriyle işte karşınızda insanoğlu...
Bizim gibilerin içindeki huzursuzluk başka bişey,
Aşk acısı, yalnızlık takıntısı, içe kapanıklık... hiç bir modern sorun tanımlayacak gibi durmuyor.
Evet artık sorunlar bile o kadar klasikleşti ki onlara modern olarak hitap ediyorum. Bildiğimiz Klasik/modern çelişkisi akla gelmesin, burada modernlikten kastım günümüz asosyal olan sosyal ağ ortamında yaygınlaşan sabit fikirler, düşünceler, giyimler, duygular, yaşam tarzları vs... Çağımızın modern sorunları genelde yalnızlığı, kimsesizliği, çaresizliği ve üzüntüyü kapsamaktadır. Erişemediğimiz şeylerin acısını çekmek kadar saçma bir duygu yoktur. Neden mi saçma? Çünkü insan doğası gereği bir şeyi elde edemiyorsa ilk etapta düşünür; hatayı kendinde hatayı çevrede hatta ve hatta hatayı yaşamakta bulacak şekilde saçma sapan düşünür. Daha sonra "erişemeyeceğini" bildiği şey ile ilgili sonucu bütün olasılıklarda sıfır çıksada yinede birşeyler yapması gerektiği kanısına varır. Ve yaptığı onca şeyin karşılıksız kaldığını gören insan bunalır, sıkılır ve sorgulamaya başlar. Bütün bu evreler sonunda karşımıza özgüveni yontulmuş, çaresizliği hayatına sabitlemiş, saplantılı ve amaçsız bir insan çıkar. İşte bu yüzden erişemediğimiz şeylerin acısı saçmalıktan öteye gidemez. Her türlü elde sıfır... Bu "uzun atlama" gibidir; ilk parkurda maksimum 2 metre atlayabilecek olan insan neden ilk etapta 10 metre atlamak gibi saçma bi amaç için kendisini çaresiz hisseder acı çeker ve yıpratır. Bunun yerine neden insan her defasında 2 metre atlayıp parkuru yavaş yavaş ve emin bir şekilde bitirmeyi seçmez? Çünkü bu kulağa çok basit gelir. Erişebileceğimiz şeyler için çabalarsak kendimizi geliştirme imkanı buluruz ve sonuçta herşeyden emin daha güçlü davranabiliriz. Erişemediğimiz şeylerin peşinde koşmak veya onlara eriştiğimizi hayal ederek yaşamımızı sürdürmek bir süre sonra "saplantı" haline gelir. Saplantı, erişememek ve sonuçsuzluğun çocuğudur. Bu iki olgunun bir araya gelmesiyle ortaya çıkan saplantı, kapkara bir gecenin ışık saçan gölgesi kadar olasılıksız sonuçlara mahkumdur. İnsanlar saplantılı olduğu zaman hataya düşer korkularından uzaklaşır ve yanılmayı huy edinir. Oysa korkularımızla yaşayarak ve yanılgılarımızı bilerek doğruları görmeyi seçtiğimiz zaman en mükemmel sonuçlara ulaşmamız kaçınılmazdır. Saygılar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder