23 Şubat 2019 Cumartesi

İlk Aşk

Herşeyi tarif edebilirsin,
Herşeyi betimleyebilir,
Resmedebilirsin...
Açıklamak mümkündür mümkün olanları,
Anlatmak mümkündür...
Peki seni anlatmak?
Yere düştükçe bütün tanımlarım,
Toprak kokar ardından.
Ben, kokuyu içine çeken satırlar,
toplanıpta bir cümle olamam,
Ölümü anımsamak gibi gerçek,
Dokunamadığın kadar sonsuz,
Yalnızca anlarım,
Mümkün olmaz anlatışlarım.

Tarifi imkansızdır işte gökyüzüm,
Yeşili anlamaktır
Doğayı anlatamamaktır,
Ben, yeşili anlarım
Ben, aşkı anlarım
Seni anlatamam.

Tarifi imkansız hayranlıklara,
Daha nice cümlelerin utandığı,
Yetersiz, zayıf, sönük kaldığı sevmelere,

Nice sen’li yıllara.... 

04.10.2018 - 

16 Temmuz 2017 Pazar

Çaresizseniz, Çare Sizsiniz

                                                                                            (foto.yeşilyol,mr.jingles)
                                                                                               
En kararsız kaldığımız anlarda nelere sığınırız?
Neler bizim çıkış yolumuzdur?
Kaçmak için hangi cepheden savaşarak geçeriz?
Bütün bunların cevabını genel olarak tanımlayacağımız bazı sabit terimler bulunmaktadır; din,sevgi,zevk,aşk,hırs,para,mutluluk vs...
Bu öğelerden herhangi birisi bizim kararsızlıklarımızın üzerine bir ''ilk yardım ışığı'' gibi düşünce kara bulutların yok olduğunu düşünürüz.
Bunların hepsi benim nazarımda birer aspirin niteliğindedir. Aspirin, anlık ağrılarımıza çare olan piyasada her yerde bulabileceğimiz ilaçlardan birisidir.
Burada altını çizmek istediğim kelimeler; ''anlık'' ve ''her yer''...
Karasızlıklarımızı her yerde rahatlıkla bulabileceğimiz çıkış yollarıyla anlık olarak giderdiğimiz zamanlarda kendi benliğimizi tatmin etmekten öteye geçemeyiz.
Öyle ki insan doğası gereği en kolay yolu bulmaktan asla kaçınmayarak çaresiz kalmaktan korkmaktadır.
Bunların hepsinin temelinde kabullenme korkusu mu yoksa sadece doğamızın gereğinin bu olduğu gerçeği mi yatmaktadır?
İnsan kendiyle ilgili her şeyi kabul etmekte neden bu kadar zorlanır?
21.yy'da hepimiz her şeyi o kadar mükemmeleştiriyoruz ki, kabullenmesi gereken şeyler bizim için aslanın yanında fare yada altının yanında bakır kalıyor.
Bir farenin asla aslan olamayacağını, bir bakırında asla altına dönüşemeyeceğini çok iyi bildiğini iddiaa eden insanoğlu kabullenmediği şeyin farkında mı?
Kendisini fare veya bakır olarak kabullenmediğinin farkında mı?
Evet bu durumu insanoğlu diyerek genelliyorum. Çünkü bugün sokakta rastgeldiğimiz her insan yaklaşık olarak bu durumun içinde yer almaktadır.
İnsan çaresizliğini bile kabullenmekten kaçmak için işte tamda en kararsız olduğu durumlarda yukarıda saydığım terimlerden birisine sığınmaktadır. Peki sonra?
Aspirin'i içersin, sonra başka marka aspirin, sonra başka marka, başka marka... Kendini bağımlı hale getirdin, tatminkarlık düzeyini bile ölçemiyorsun artık farkettin mi?
Peki bu durumun dışında yer alanlar -kabullenenler-, onlar kim?
Onlar, kendini her anlamda kabullenmeyi seçenlerdir.
Çaresizliği bile kabullenip buna mantık ve duygu çerçevesinde kendi ürettiği tek seferlik ''ömürlük'' aspiriniyle çare bulanlardır.
Aslında kısacası onlar,
Bazen çok zeki bir fare; mr.jingles gibi (bkz.yeşilyolfilmi)
Bazen altının ayarını belirleyen bakır, gibiler...
Önemli olan sadece kabullenmek,
Kendimizi,duygularımızı,düşündüklerimizi,korkularımızı,kararsızlıklarımızı,çaresizliklerimizi...sadece kabullenmek.
Anlık her yerde bulacağınız aspirinlerden kaçının, genel-geçer olandan ziyade kendi benliğinizde ürettiğiniz aspirinle tedavi olun.
Çok güzel bir söz; ''Çaresizseniz, çare sizsiniz.''

Saygılarla.

21 Haziran 2017 Çarşamba

Kurumuş Yaşantı

Bu kalabalık gürültünün içinde merdiven çıkmak,
Kulağımıza takılan her bir ses,
Saçma sapan konular,
Hiç umursamadığımız mevzular....
Yinede her güne başlarken herkese güleryüz sergilemek,
En yapmacık halleriyle işte karşınızda insanoğlu...
Bizim gibilerin içindeki huzursuzluk başka bişey,
Aşk acısı, yalnızlık takıntısı, içe kapanıklık... hiç bir modern sorun tanımlayacak gibi durmuyor.
Evet artık sorunlar bile o kadar klasikleşti ki onlara modern olarak hitap ediyorum. Bildiğimiz Klasik/modern çelişkisi akla gelmesin, burada modernlikten kastım günümüz asosyal olan sosyal ağ ortamında yaygınlaşan sabit fikirler, düşünceler, giyimler, duygular, yaşam tarzları vs... Çağımızın modern sorunları genelde yalnızlığı, kimsesizliği, çaresizliği ve üzüntüyü kapsamaktadır. Erişemediğimiz şeylerin acısını çekmek kadar saçma bir duygu yoktur. Neden mi saçma? Çünkü insan doğası gereği bir şeyi elde edemiyorsa ilk etapta düşünür; hatayı kendinde hatayı çevrede hatta ve hatta hatayı yaşamakta bulacak şekilde saçma sapan düşünür. Daha sonra "erişemeyeceğini" bildiği şey ile ilgili sonucu bütün olasılıklarda sıfır çıksada yinede birşeyler yapması gerektiği kanısına varır. Ve yaptığı onca şeyin karşılıksız kaldığını gören insan bunalır, sıkılır ve sorgulamaya başlar. Bütün bu evreler sonunda karşımıza özgüveni yontulmuş, çaresizliği hayatına sabitlemiş, saplantılı ve amaçsız bir insan çıkar. İşte bu yüzden erişemediğimiz şeylerin acısı saçmalıktan öteye gidemez. Her türlü elde sıfır... Bu "uzun atlama" gibidir; ilk parkurda maksimum 2 metre atlayabilecek olan insan neden ilk etapta 10 metre atlamak gibi saçma bi amaç için kendisini çaresiz hisseder acı çeker ve yıpratır. Bunun yerine neden insan her defasında 2 metre atlayıp parkuru yavaş yavaş ve emin bir şekilde bitirmeyi seçmez? Çünkü bu kulağa çok basit gelir. Erişebileceğimiz şeyler için çabalarsak kendimizi geliştirme imkanı buluruz ve sonuçta herşeyden emin daha güçlü davranabiliriz. Erişemediğimiz şeylerin peşinde koşmak veya onlara eriştiğimizi hayal ederek yaşamımızı sürdürmek bir süre sonra "saplantı" haline gelir. Saplantı, erişememek ve sonuçsuzluğun çocuğudur. Bu iki olgunun bir araya gelmesiyle ortaya çıkan saplantı, kapkara bir gecenin ışık saçan gölgesi kadar olasılıksız sonuçlara mahkumdur. İnsanlar saplantılı olduğu zaman hataya düşer korkularından uzaklaşır ve yanılmayı huy edinir. Oysa korkularımızla yaşayarak ve yanılgılarımızı bilerek doğruları görmeyi seçtiğimiz zaman en mükemmel sonuçlara ulaşmamız kaçınılmazdır. Saygılar...

18 Aralık 2014 Perşembe

İki Kapı; İmkan ve İmkansızlık

(Foto. Cesur Yürek, Son Sahne) 

           İmkanlar! Olması gerektiği gibi olan her şeyin bir tanımı. Rüzgarın estiği yönde akan bir nehir, olmasını beklediğimiz klasik cips tadı… Duyular ve duygular bizlere birer beklenti sunar ve bunun karşılığında gerçekleşen bütün olgular-olaylar-durumlar imkanlarımızı tanımlar. İmkanın varsa yaşadığın evrende herkesin istediği o muhteşem duyguya erişirsin; mutlu olmak. Mutluluğun tanımını yapmak istediğimiz anlarda genelde isteklerimize ve beklentilerimize koşarız. Aslında bütün bunların en son karşılığında ‘’imkanlar’’ yer almaktadır. Peki ya imkansızlık? Pek çok tanımı olan ve kişiden kişiye göre değişkenlik gösteren bu durumun genelde tanımı ‘’imkansızdır’’. Evet imkansızlığın tanımı yine imkansızlığa çıkmaktadır. Amacım kelime oyunu yapmak değil, anlatmak istediğim; imkansızlıkların yaşam mücadelemizde asla peşimizi bırakmamasıdır.
          İmkansızlıkların doğmasının altında yatan pek çok neden bulunmaktadır. Bunların başında ‘’korkular’’ yer almaktadır. İnsanoğlu bir şeyden ya da bir şeylerden korktuğu zaman peşinden koşmak istediği, ulaşmayı arzuladığı hedefi, hayallerini süsleyen mutlu sonu genelde hep kaçırır. Bu korkuların hepsi bireyseldir; kimi insan karanlıktan korkar ve ışığı yakmak gibi anlık-kısa bir amacına ulaşamayarak uykusunu mahveder, kimi insan toplumsal veya bireysel sebeplerden ötürü kendine bazı çekingenlikler yaratarak ‘’mutlu olmak’’ gibi büyük amaçlardan vazgeçerek yaşar. Korkarak yaşayanlar bu hayatta ki en önemli şeyin tanımını ‘’mutlu olmak’’diye yaparlar çünkü kaçtıkları şeyin ne olduğunu bilmezler. Bizler bilmediğimiz şeylere hayranlık duyarız. Baltasar Gracian’ın ‘’Akıllı Yaşama Sanatı’’ adlı kitabından yarım yamalak hatırladığım kadarıyla şöyleydi; ‘’Gizlilik ve belirsizlik saygıyı doğurur ve beraberinde ona duyulan sonsuz hayranlığı…’’. Kaçtığımız şeyi yaşamadığımız kadar onu yaşama arzusu duyarız.  Sürekli hayal ettiğiniz çok sevdiğiniz bir şeyden veya yanında bir an olmak için gerçekten can attığınız kişiden korkularınızdan dolayı kaçmaya başladığınız an ‘’mutlu olmak’’ denen o klasik sözcükte sizden bir o kadar uzaklaşmaya başlar. Ve siz ona yeni bir hayal-hedef bulana kadar sizden hep uzak kalır. Biraz önce verdiğim iki örnekteki gibi korkularımızı biz kendimiz yaratırız. Fakat çözümü ise ikisinin de aynıdır; uyanıp karanlıktan korkmayarak tek bir ışık yakmaya bir adım, hayal ettiğin şeye veya kişiye sadece tek bir adım arkana bakmadan. ‘’Arkaya bakmak’’;  eğer bakarsan karanlığı görürsün korkularını hatırlar ve olduğun noktada kalırsın, eğer bakarsan çekindiğin şeyleri görürsün ve pişmanlıklar başından aşağıya akmaya başlar, olduğun yerde kalırsın. İkisi arasında kalırsan ne olur? İşte o zaman saçmalıklar başlar.
           Sonuç olarak, imkanlarımızı yine son tahlilde kendimiz yaratırız ve imkansızlıklarımızı da sadece ‘’tek bir adım’’ da korkularımızı yendiğimiz gibi darmadağın edip bırakabiliriz. ‘’İstemek’’ , gerçekten çok önemli bir insan davranışıdır. Bu nokta da bize lazım olan en önemli şeylerden biriside bu davranıştır. Hedeflerin ne olursa olsun, yüksekliği veya derecesi nelere hitap ediyorsa olsun eğer bunun imkanını yaratmak için her şeyinle savaşıyorsan, elbet bir gün başarırsın. Bu kural hep böyledir. ‘’İmkanını kendin yarat’’.   
           Peki, ‘’korkarak yaşayanlar bu hayattaki en önemli şeyin tanımını ‘’mutlu olmak’’ diye yaparlar’’ dedim öncesinde, geriye kalan korkmayanlar ne yaparlar? Onlar mutlu olmayı en önemli şey olarak görmezler mi? Soruları normaldir. Onlara göre; ‘’yaşa dostum, boşver tanım falan’’ .

2 Kasım 2014 Pazar

Bilinen Şeyler Bunlar

           Bir gün yolda giderken, otobüse binerken, asansörden inerken veya ayakkabınızı bağlarken hayatınızın aşkını bulacağınıza inanırsınız. Bu inanç, ‘’neden bu zamana kadar olmadı?’’ sorusunun bir türevidir. Etkileşimler, diyaloglar ve bağlantılar, bu üç olgu daima hayatımızın en önemli parçalarını oluşturmaktadır.  Bir bara gittiğinizde yada bir cafede oturduğunuzda karşınıza çıkan insanla oluşabilecek bu üç olgu sizi değişik duygulara, yani ileride bu duyguları tanımlayacağınız ‘’aşk’’ a  götürür. Ve öte yandan bu üç olgudan uzak hayaller peşinde koşan ve gerçekliği bir tarafa bırakıp ‘’filmlerdeki aşkı arayan’’ insan tiplemesi ise daima o müthiş karlılaşma anından da, o üç olgudan da uzak kalarak yalnızlaşır.

          Yalnızlık, günümüz toplumunda –geçmişe nazaran- fazlalaşarak, ciddi sorunlar doğurmaktadır. İçe kapanma, sessizleşme, sosyalleşmeden uzak sosyal ağlara yakın, kendini ifade edememe gibi duyguların ağır bastığı dönemler ve hatta ömürler oluşturmaktadır. Bu duyguları aşmak ‘’olgunluk’’ diye nitelendirilen duygularını ve davranışlarını bilme ve kontrol etme güdüsü var olduğu sürece kolay olacaktır. Fakat olgunluğun olmadığı yerde bu duygulardan kaçmanın çeşitli çıkış noktaları vardır; uyuşturucu maddelerin hepsi, maskeyle dolaşan suratlar ve ifadeler, bir şeyler arayarak o yönde asimile olma çabaları vs… Bütün bu karamsar görünüşün geçici veya kalıcı bir ilacıdır, aşk.  İster kabul edin ister kabul etmeyin, eğer birisi hayatınıza yıldırım hızında girdiyse ve siz hala ne olduğunun farkında bile değilseniz, aşık oldunuz demektir. Peki nasıl anlarsınız aşık olduğunuzu? İlla ki bir şeylerin farkında olmamak mı gerekiyor? –Hayır.  Aslında aşk tanımlanamaz, herkes aşkı farklı yaşar. Her gün sabah saat 8’de uyanıp akşam 9’da eve dönen bir adamın aşkı farklıdır bir maceraperestin aşkı farklıdır. Benim gördüklerimden ve analiz ettiklerimden bir tanım yapmam gerekirse aşk; öncelikle bir anlık çok hoşunuza giden bir karşılaşma anı, sonrasında o karşılaşma anını defalarca düşünme evresi, sonrasında gelişen biraz önce bahsettiğim o üç olgu(etkileşim, diyalog ve bağlantı) ve sonuç olarak herkesinde söylediği gibi ‘’çıkma evresi’’ni kapsayan duygular bütünüdür. Bütün bu saydığım dönemlerin kimisi bir sene kimisi bir saat sürer. Bu süreçlerin uzunluğu ve kısalığı tamamen çiftlerin karakterlerine dayanmaktadır. Ama esas önemli olan hayattaki bütün mücadelelerde önemli olduğu gibi ‘’Amaç’’ tır. Eğer bir insanın amacı ‘’evlenmek’’ ise rastgele bir kızla evlenerek onunla mutlu olduğunu düşünür fakat aslında sadece amacını gerçekleştirmenin verdiği mutluluğu yaşamaktadır. Veya kendine ‘’farklı olmayı’’ amaç edinen bir insan farklı bir insanla tanıştığında çok mutlu olur. Böyle birçok örnek sıralanabilir. Fakat sonuç olarak hepsinde yaşanan mutluluk: amaç-sonuç mutluluğudur. Günümüzdeki ayrılıkların çoğunun altında yatan nedenlerin tamamı bu amaç-sonuç ilişkisinden sonra doğan bir sıkılma ve bıkma hislerinden oluşmaktadır. Toplum yalnız kalmayı dışladığı için kendine sevgili bulmayı amaç edinen insan illa ki bir sevgili bulmaktadır. Ve daha sonra toplum onu evlenmeye ittiği için kendine evlenmeyi amaç edinen insan evlenmektedir. En sonunda, toplum evlilikten sonrasını göremediği için insan amaçsız kalmaktadır ve sıkılmaktadır. Çoğu insan bu durumda çaresiz kalır, aldatır veya boşanır. Bütün bu amaçları doğuran toplumun dışında ikili ilişkisinde amaçsızca yaşayan ise, ömür boyu mutlu olur. Elbette ki sevgili olmak, evlenmek ve çocuk sahibi olmak kaçınılmazdır. Bunlar bizim hayatlarımızın olmazsa olmazıdır. Fakat benden tavsiye, amacına uygun olanla değil, sana uygun olanla mutlu ol. Saygılar. 

13 Ekim 2014 Pazartesi

İskambil Kağıtları


            Yaşanacaklar, ansızın karşımıza çıkan iskambil kağıtları gibidir. Seçtiğimiz kartın bilmecesi, hayat ile olan mücadelemizin temsilidir. Her bir kartın arkasında dizili iken göremediğimiz astarlı suratlar, karmaşık yarınlar, sevimsiz sonlar, kucaksız kavuşmalar, mübalağasız gerçekler ve yine hepsini kapsayan çatkapı gelecekler… Tahmin yürüttüğümüz sayılar ve semboller, yatırım yaptığımız bünyemizin ve ruhumuzun son halleridir. Kaçışlarla dolu geçmişlere bir nokta arayışı içerisinde sadece bir adet düşünme payı kalmasını isteriz şimdiki zamanda gelecek için ve sonsuzluk için… Hiç kimse inanmaz sonsuzluğa ama herkes inanırcasına yaşar. Gözlerimiz bağlı bilmediğimiz ve görmediğimiz bir bitişin çizgisine öylece koşuyoruz. Bittiğinde ne olacak? sorusuna farklı inanışlardan verilen binlerce yanıt, şahsi kararlılıkların gölgesinde kalan kabullenmez cevaplar vs… Hiç birimiz görmedik hepimiz ebeydik biz bu oyunun başından beri… Bazılarımız saklanan kağıtları gördü bazılarımız kağıtları tahmin etti. Önceden kestiremedik olası ihtimalleri, sadece oyun oynadık bazen kağıtlarla bazen bir parça bez ile ebeyle söbeyle oynadık. Yenilgiler yaşadığımız kumar masasında kağıtların her biri nizami bir şekilde düzenli geldi kimimizin eline, kimine ise dağınık bir şekilde zor ve sıkıntılı toplanmayı bekleyen desteler halinde. Farklar vardı aramızda; desteyi düzenlemeye çalışan kararsız kaldı, yenildi, kazandı ve hatta öldü. Destesi düzenli geleni ise söylememe bile gerek yok; tabir yerindeyse o yaşadı aslında diğeri hep ölüydü. Ah şimdi geldi aklıma bir de bu kağıtları dağıtan her şeye hakim kartın arkasındakileri bile tahmin gücüne sahip o sihirbaz vardı! Peki o nerede bu oyunda? O, kararlılıkla kazananın ve kaybedenin olduğu bu masada sadece olanları analiz ederek olması gerekenleri bilmekle veya yorumlamakla meşguldü. Aslında o bu benzetmelere sığmayacak oyunlar arasında birçok kılığa bürünen bir şahıs; o gözleri bağlı olan değil gözlerindeki bezi yırtıp atandı, o bizim gündelik yaşantımızda arkamızdan duyduğumuz sıradan bir ayak sesinin sahibi veya bizzat o ayakların sahibiydi. Peki sen neresindesin bu oyunun? Kartlar mı sende, yoksa gözlerin mi bağlı hala? E çıkar artık şunu biraz ve kararlılıkla sürdürmeye çalıştığın yaşantına bir göz at veya kartları tahmin etmekten, oynamaktan vazgeç kartları dağıtan o sihirbaz ol.